Alkol ve madde bağımlılığının tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de artan bir sorun olduğu bilinmektedir. Madde bağımlılığı, keyif verici bir maddenin belirgin bir etkiyi elde etmek içın alınması sürecinde ortaya çıkan bedensel, ruhsal ya da sosyal sorunlara rağmen madde alınımının devam etmesi, maddeyi alma isteğinin durdurulamaması ve madde alınamadığı zaman yoksunluk belirtilerinin ortaya çıkması durumu olarak tanımlanmaktadır (Arıkan, 2011). Risk faktörleri ve koruyucu faktörlerin etkileşimi, kimi kişilik özelliklerinin sosyal risklerle birleşmesi, belirli bir bölgede yaşamanın ya da sosyal sistemlerden dışlanmanın kolaylaştırıcı rol oynaması gibi pek çok değişken bağımlılığın etiyolojisinde tartışılmaktadır (Polat, 2014).
Günümüz dünyasında insanlar gün içinde pek çok farklı sorunla karşılaşmakta, farklı stresörlere maruz kalmaktadır. Yaşanılan sorunlarla baş etmek zaman zaman zor olabilmektedir. Bireylerin karşılaştığı sorunlarla baş edebilmesi ve çözüm üretebilmesi için açık bir zihinle düşünmesi, bunlara uygun davranışlar geliştirmesi gerekmektedir. Sorunların çözümü için kullanılan madde, kişiyi uygun düşünme, duyma ve davranmadan uzaklaştırır. Maddenin yaşama biçımi olması ve bireyin kendini çözümsüz hissetmeye başlaması madde kullanımını artırır. Bir süre sonra madde kullanma, getirdiği sorunlarla "başa çıkma" mekanizması olarak algılanır (Sağkal, 2005).
Alkol ve madde bağımlısı bireylerin çoğu zaman alkol ve maddeyle ilgili bir sorunları olmadığını düşünmesi tedaviden uzaklaşmalarına yol açmaktadır. Bağımlılık hem aileyi hem de toplumu etkilemesiyle önemli bir halk sağlığı sorunudur. Özellikle tütün, alkol ve yasadışı madde kullanımı bir yandan toplumların ölüm oranlarını etkilerken diğer yandan aşırı ekonomik maliyetlere, yoksulluğa, aile dinamiklerinin sarsılmasına ve sağlıklı bireylerin yetiştirilmesinde önemli çabaların boşa çıkmasına zemin hazırlamaktadır (Galea ve ark., 2004).
Fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik dinamiklerle ilişkili olarak ortaya çıkan madde bağımlılığı yine bu kavramlarla ilişkili çok boyutlu bir tedavi sürecine sahiptir ve tıbbi tedavinin yanı sıra, psiko-sosyal tedavi ve sosyal rehabilitasyon programlarını da içermektedir (Köknel, 1998). Alkol ve madde kullanım bozukluklarına diğer psikopatolojiler de sık olarak eşlik etmekte ve eş tanıların varlığı bozuklukların görünümü, tedavi süreci ve gidişini etkilemektedir (Bilici ve ark., 2012). Alkol ve madde kullanım bozukluklarının ve bu bozukluklara eşlik eden psikopatolojilerin geriye dönük değerlendirilmesi bu bozuklukların klinik özellikleri ve tedavileri hakkında bilgilerimizi artırabilir (Mirsal ve ark., 2000). De Angelis (1991) toplum tarafından dışlanan bireyin tedavi sonrasında, çalışıyorsa işine, okuyorsa okuluna gidemediğini; hem aile ortamında hem de sosyal ortamında ilişki bozuklukları yaşadığını açıklamaktadır. Toplum tarafından reddedilen ve sosyal statü kaybı yaşayan bağımlı bireyler, içe kapanma, düşük öz saygı ve depresyon gibi sorunlar yaşamakta, sosyal işlevsellikleri azalmakta, bu durum ailevi ve mesleki sorumlulukların yerine getirilmesini güçleştirmekte ve ekonomik kayba sebep olarak kişinin hayat standartlarını olumsuz etkilemektedir (Corrigan ve ark. 2009; Türkmen, Kumaşoğlu ve Akyol, 2015; Çam ve Ayakdaş Dağlı, 2017).
Alkol ve madde bağımlılığı sorununa çözüm yolları üretirken bütüncül bir bakış sergilenmediği takdirde, madde arama ve kullanma davranışlarının nüksetmesi ile kalıcı çözüm önerilerinin sunulamaması gibi durumlar ortaya çıkmaktadır (Erbay ve ark., 2016).
Madde bağımlısı bireylere uygulanacak tedavi ilkeleri şu şekilde özetlenebilir:
Evren ve arkadaşlarına (2007) göre madde ile ilişkili bozuklukların tedavisinin, hastanın yoksunluk ve sonrasında devam eden maddesiz yaşamına yönelik ilaç tedavilerini ve psikososyal bir iyileştirme programını kapsaması gerekmektedir. Psikoterapi süreci; madde bağımlısı birey ile iyi ve destekleyici bir ilişki meydana getirme, intrapsişik süreçlerin, hastanın yorum ve inanç sistemlerinin yeniden yapılanmasını sağlama, bilişsel olarak yeniden yapılandırma ve işlevsel olmayan inançların tartışılması gibi teknikler kullanarak bağımlıların kendilerini ve problemlerini fark etmelerini sağlama, bu problemlerle baş edebilemek içın istek ve yeti hissetmelerini sağlama gibi hedefler vasıtasıyla bağımlının iyileşmeşine fayda sağlar (Ögel, 2010). Madde kullanım bozukluklarında bilişsel davranışçı terapi (BDT), hastaların zararlı ve bağımlılık yapan maddelerden sakınma ile ilgili hedeflerine ve yeni yaşam becerileri edinmelerine yardım etmeyi hedeflemekte ve hastaların öz yeterliliklerini yeniden inşa edip yaşam stresini azaltmayı, dolayısıyla da problemin döngüsel şekilde tekrar nüksetme ihtimalini zayıflatmayı amaçlamaktadır (Leahly 2004). Yıldırım ve Sütçü’nün gözden geçirme çalışmasında madde kullanımı ile ilişkili bozuklukların tedavisinde bilişsel davranışçı grup terapisinin (BDGT) etkili bir müdahale olduğunu gösteren pek çok bulgu mevcuttur. Bu bulgular, grup terapi müdahalelerinin genellikle daha az maliyetli olduğu ve daha çok bireye ulaşma imkanı sağladığı göz önüne alındığında (Marques ve Formigoni 2001) pratikte bireysel terapiye nazaran grup terapisinin daha çok kullanılmasının gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda sema terapinin bağımlılık üzerinde etkili bir teknik olarak kullanıldığını görülmektedir. Ball (1998, 2007) erken dönem uyum bozucu şemaların madde bağımlısı bireyin hastaneye ulaşma ve tedavi süreci ile bağlantılı olduğunu belirtmiştir (Akt. Alevsaçanlar, 2015). Madde bağımlılığı tedavisinde erken dönem uyum bozucu şemaların aktivasyonu uyumsuz baş etme ve kaçınma stratejilerine yol açarak relaps için risk faktörü olarak görülmektedir (Ball ve Young, 2000). Ball (1998) erken dönem uyum bozucu şemalarla çalışmanın şemaların kararlılığı, yaygınlığı, kışılık özelliklerine benzerliği ve madde kullanımının altındaki olası etkileri nedeniyle madde bağımlılığında iyi sonuçlar verdiğini belirtmektedir (Akt. Alevsaçanlar, 2015).
KAYNAKÇA